PARİS

Seyahate çıkan bir dostunuzun, size her vardığı yerden muntazaman mektup, kart yazarken birdendenbire susması ya öldüğüne, veyahut Paris'e vardığına delalet eder. Paris'in havasına giren adam, mektup yazmak için artık vakit bulamaz, böyle şeylerle meşgul olmayı hiç düşünmez. Ahmet Haşim Paris'i böyle anlatmaya başlar.

Paris'e ilk gidişimde 10 gün kalmıştım. Temmuz 2004'dü ve aynı zamanda ilk yurt dışı gezimdi. Bu şehrin hissettirdikleri benim için şöyle özetlenebilir: Burada insanın şiir yazası, kitap yazası, resim yapası geliyor. Üretmek için düzenlenmiş bir ortamdı sanki. Kalabalık şehir nüfusu, turist sayısına rağmen hoş bir dinginliği vardı. Harika bir yer olduğunu düşünüyorum. Paris'e giderken yanıma bir gezi rehberi almak istemedim. Çünkü azçok fikir sahibi olduğum Paris, benim için bir kaç tur atıp fotoğraf çekeceğim bir yerden daha fazlasıydı. Bu seyahatte yanıma Paris'i ikinci şehri olarak görmüş Enis Batur'un, okurken şehrin havasını da soluyabileceğimi düşündüğüm  özel bir sevda rehberi olan Paris ecekent kitabını almıştım. Paris'e ikinci kez 2007 Temmuzun'da eşimle gittim, 15 gün kaldık. Bu muhteşem güzelliği onunla da paylaşıp yaşamak istedim. Paris gezilerimde ev sahipliği yapan değerli dostum Özgür'ede çok teşekkürler, bana bu şehri daha fazla soluyabilme fırsatı verdiği için.



Paris'i kendim anlatmaya kalkmak istemiyorum. Enis Batur'un Paris ecekent kitabıyla devam edeyim, arka kapağından:
Modern Zamanlar, Baudelaire'den başlayarak, büyük şehrin aylağı olma koşulunu neredeyse bir poetik duruş haline getirmiştir. Bulvarlar, meydanlar, köprüler,  ara sokaklar gece gündüz yürüyen, avare dolaşan, şehrin kesintisiz biçimde farkında kalan yerli ve yabancı aşıklarıyla donandı, bir buçuk yüzyıldır. O şehirlerin içi tıkabasa öyküler, dramlar, tutkular, taşkınlıklar ile doluydu. Paris, XIX. yüzyıldan beri bu bağlamda öncülüğü üstlendi: Beş kıtadan sökün etmiş meraklılarıyla kendi mitolojisini büyüttü, benzersiz kıldı. Türkler, şehri Yirmisekiz Mehmet Efendi ile keşfettiler. O gün bugün, her kuşak birkaç temsilcisiyle büyüyü tazeledi. Enis Batur, otuz yılı aşkın bir süredir ikinci şehri kabul ettiği Paris için bir içyolculuk kitabı kurarken, yanından geçmişin hayaletlerini eksik etmedi. Bir noktada, imgelemine yeretmiş  virüsü şöyle tanımlıyor: Bazı şehirler tıpkı zehirler.

Çektiğim bazı fotoğraflar ve Paris ecekent kitabından alıntılarla devam edeyim, bu şekilde Paris'i daha iyi aktarabileceğimi düşünüyorum. 


1889 Evrensel Sergisi için, yalnızca Paris' in değil Fransa'nın da bir simgesi olarak tasarlanan yapı, ilk günden saldırılara uğramış. Sanatçılar Protestosu nda gerekçeler açıkca sıralanmıştı: Biz yazarlar, heykeltraşlar, mimarlar, ressamlar, Paris'in bugüne kadar hiç dokunulmamış güzelliğinin tutkun aşıkları, değeri bilinmemiş Fransız Zevki adına, tehdit altındaki Fransız sanatı ve tarihi adına, başkentimizin tam ortasına yararsız ve canavar görünümlü Eiffel Kulesi' nin dikilmesine var gücümüzle, tüm öfkemizle karşı çıkıyoruz. Paris kenti, giderilemeyecek biçimde alçalmak ve çirkinleşmek için, bir makine yapımcısının tuhaf ve ticari hayallerine daha uzun süre katlanacak mıdır?.. Yabancılar, sergimizi ziyarete geldiklerinde şaşırıp 'Ne yani? Fransızlar o kadar övündükleri zevkleri konusunda bizlere bir fikir vermek için bu berbat şeyi mi buldular?' diye haykıracaklardı...
Trocadero'dan Tour Eiffel'in görünümü

İstatistikler, yeryüzünün en fazla ziyaret edilen anıt-yapısı olduğunda birleşiyor. Yorumlar cabası: Roland Barthes, kulenin kendisine ve kendisinden en sık bakılan yapı olduğu kanısında: Paris' e gelip onu görmemek için yapılacak tek şey ünlü Maupassant anektodundaki koşula bürünmek: Yazar öylesine sevmezmiş ki kuleyi, görünmediği tek yerde, orta katındaki lokantada yemeğini yermiş güya.
Eiffel Kulesi'nin ilk katından kuleye çıkmak için sırada olanların objektife yerleştiği kadarı
 
Bir Fransız yazarı, kim unuttum, Paris' i sevme gerekçesi olarak en az Fransızla burada karşılaştığı gerçeğini gösteriyordu - benzeri bir cümleyi bir kaç yıl önce bende kurduğumu anımsıyorum, günlüğümde. Yabancılar, yeni yabancılar akıtıyor sütü, kanı, özsuyu Paris'e - bugün de. Nedeni çok açık olmasa da. Dostoyevski, treni Paris'e yaklaşırken, 1862'de soruyor kendisine: Ne arıyoruz biz Ruslar, durmadan, burada?. Hırçın bir soru, kemirgen soru, ama onu sormak için bile olsa kendi de Paris yolunda o an.
Eiffel Kulesi'nden görünüm: Seine Nehri, Trocadero, arka planda ise La Defense görünüyor. Gökdelenler bölgesi (La Defense) tarihi Paris bölgesinin dışında inşa edilmiş.

Arc de Triomphe (Zafer Anıtı)

Kemirir yalnız kalmak, en doğrusu kişinin yalnız olmayı öğrenmesi: O zaman başkalarıyla paylaşmaya başlar.
Seine Nehri'nin ortasındaki daracık uzun bir adacık - park (Allee des Cygnes)


Yürüyüşün en tutarlı yasası, kaybolma korkusunu hiçe saymasındadır: Bir hedefiniz yoktur, varmanız gereken bir yer seçmiş değilsiniz, hedef yürüyüşün kendisidir. Onun için de, güdülerinize ayak uydurarak adımlarınızı hızlandırır, ağırdan alır, dilediğinizde karar verip bir kahve molası verebilirsiniz.

Şehir, kendisine zaman ayırın ister. Paris ya da İstanbul, hem yaşıyor hem çalışıyorsanız, o şehri göremiyorsunuz demektir: Bir şehri yaşamak için o şehirde yaşamamak en uygun çözüm.
Seine Nehri kıyısında Saint-Michel

Şehir bir kitaptır diyen Hugo'nun evinin önünden

Bir bakıma tarihi yarımadanın karşılığı Paris'te: Kuruluşundan bu yana kentin çekirdeği. Ne kadar geriye gidiyoruz, bakınca? Bilemedin, XV. yüzyıla kadar. Çok değişmiş, dönüşmüş, badireler atlatmış Paris - son 150 yılda bile. Gene de kimliğini derinleştirmiş, atmosferini korumuş. İstanbul'da başaramadığımız budur, özellikle son 40 yıl içinde. Böbürlenmekte haklı Fransızlar, Paris'in üstünden. Biz de böbürleniyoruz İstanbul'a bakıp, acaba hangi hakla? Kentin antik silüetini koruyamamışız. Osmanlının yarattığı dokudan, anıtlar ve biriki perişan Zeyrek sokağı dışında eser kalmamış. Modern dünyanın mühründen ise büsbütün yoksun İstanbul. Bir bulamaç var karşımızda. Oysa İstanbul'un konumu, Paris'inkine oranla çok daha zengin, düpedüz olağandışı: Marmara, Haliç, Boğaziçi; tepeler, korular, adalar, ve tarihsel/kültürel bir piramit. Tek, dev bir fark görünüyor aslında: Paris'i sıkısıkıya koruyorlar, İstanbul'u hızla ufalıyoruz. Uygarlar, değiliz. Bugün Paris'te, şehrin bir taşının yerinden oynatılması başlıbaşına bir iş. Ev sahibimiz telefon etti, salı sabahı expert'lerle gelecek. Üst katta bir sızma var, yatak odasının putrelleri arasından, bir köşede tavan akmaya başlamış iki yıl önce. Yok öyle iki usta getirip kendi başına işini halletmeye kalkışmak. Hesabı hemen sorulur. Tarih, mülk sahibi oldunuz diye sizin keyfinize emanet edilmiyor, değerin kollektif yanı mahfuz tutuluyor. Putreldi, vitraydı, taştı, kapıydı: Koruma altında. Keyfekeder değiştiremezsiniz: Suç kapsamına girer, laf ola beri gele değil üstelik, hemen işlemler başlatılır. Sorumluluk bulaşıcı oluyor. Paris'lilere bulaşmış. Korumayı onlara öğretmişler. Louvre'un, köprülerin, Notre Dame'ın, Tuileries çevresi anıtlarının onarımları yıllardır sürüyor. Bütçeden geniş pay ayrılıyor bu işe. Onun için de Paris Fransızlara ait değil bir tek, artık: Bu şehre tutkunların sayısı nüfusunun kat be kat üstünde.
Tarihi ada, ilk Paris.

Dümdüz yayılan Paris'in biricik tepesindeki Basilique du Sacre Coeur


Temmuz geldiğinde Gece düşmek bilmez Paris'e, uzadıkça uzar akşam, akşamlar: Geniş bulvarların Batı ucunda direnir aydınlık, büyük renk çalışmalarına yönelir. Kafanızı kaldırdığınızda, çatıların hemen altındaki katların cephesini dolaşan en son ışığı güneşin gözlerinize oturur. Delici, sert bir ışık değildir bu; aksine yumuşak, kırılgan ısısını yayar orada, bakışlarınızı tarar. Dakikadan dakikaya geçecek, ışığın yerini önce gölgesinin alışını izleyeceksiniz. Mavi usulca kendine hak kazanır, daha da usulca etlenir ve bacaların çevresel çizgilerini oyar, keskinleştirir, usulca koyulur, laciverte geçişi hazırlar, bir sokak ötede yeniden, başka bir açıdan aldığı ışıkla açılır, gene döner yoluna, mürekkebini koyulaştırır. Dalıp gidin Seine boyunca, köprüden köprüye aheste yolalın ve birden başınızı kaldırın: Önünüz yangın, arkanız simsiyah kesilmiş, kalakalın.
Seine Nehri ve Notre Dame

Paris'in geceyürüyeni olmak bambaşka.
Notre Dame
Gezmenlerin Paris'i sanki ayrı, başlı başına bir haritadır: Onların belli eksenleri, noktaları vardır şehirde, belli yaşama ritüelleri: Buraya şehrin öteki yakalarını görmek için zaten gelmemişlerdir. Fakir, gergin, sorunlu bölgeleri olduğunu bilenler bile bununla - haklı olarak- ilgilenmezler. Gördükleri, Paris'lerden biridir, çünkü görmek istedikleri budur.
Jardin du Luxembourg/Luksemburg Parkı

Bir dükkandaki aynayı kullanarak farklı bir kare oluşturma merakım

En sık andığım sözlerden biri, Rilke'nin ''buraya yaşanacak yer diye geliyorlar, oysa burası ölünecek yer'' yargısıdır. Tartmak gerekir: Kişi neden, nerede ölmek, öleceğini öğrendiği an oraya gitmek ister?
Seine kıyısında kum dökülüp halk plajı oluşturulmuş. Fotoğrafımda sağ alt köşede yürüyenlerin hemen sağında millet güneşleniyor.

Centre G. Pompidou/ Pompidou Sanat Merkezi

Bana bir şehirde kimlerin yaşadığını gösterin, size onun falını açayım hemen.
Louvre Müzesi ile Concorde Meydanı arasındaki Jardin des Tuileries


Hep söyledim, Zaman, Şehir'in içinde kendi anlaşılmaz serüvenini yaşayacaktır, kalanlar ile yokolanlar arası özgün bir geometri sorunudur bu - ben '' herşey kalmalıydı'' diyenlerden biri sayılmam, gene de, Le Corbusier kadar silbaştancı yaklaşımlara yatkın olmadığım ortada: Üstadın Paris projesi neyse ki kimsenin aklına yatmamıştı, böyle durumlarda en sağlıklısı, La Defense da bunu gösteriyor, az ileride sıfırdan, yepyeni bir kent inşa edilmesi olur.
Tarihi Paris bölgesine dokunmadan hemen dışına yeni mimari anlayışla inşa edilmiş olan La Defense

Yaşıtlarımın arasında 1970'lerin Paris'ini arayan, özleyen çoktur, şehrin çeyrek yüzyıl içinde yaşadığı değişimi kabullenememişlerdir. Çeyrek yüzyıl önce Haller yıkılmamıştı henüz; Orsay müze yapılmamıştı; La Defense ve Tolbiac'tan eser yoktu; Beaubourg da, Louvre'un cam piramidi de gerçekleştirilmemiş, Bastille Operası için yere kazma vurulmamıştı. Olup bitenleri sindiremeyen çok insan var bugün de.
La Defense'da Grande Arche-Büyük Kemer-

La Defense'da araçlar nerede?!

Bir eşik sorunudur çoğu kez sevgi, bir biçimde geçmişseniz, kolay kolay geri dönemezsiniz. Çok kişiye hoyrattır Paris, gülünü dikenlerinden göremezler. Geçimsiz davranır, sert koşullar dayatır, açmaz bir türlü kendini, açılmaz. Böyle sorunlar yaşamadım bu şehirle ben, baştan bağlandım, sertliğini yüzüme vurduğunda vazgeçmedim ondan, suratsızlığına katlandım, beni çaresiz bıraktığında küsmedim, soğumadım, sanırım bütün bunlar herhangi bir aşkın sınav sorularıdır: Geçemeyenler kalır.



Müzeler

Louvre Müzesi


 Versailles Sarayı

 cite - Bilim ve Endüstri Müzesi

 Doğa Tarihi Müzesi ve Botanik Bahçesi

 Maison de Balzac - Balzac Evi

 Maisons de Victor Hugo


Lokantalar

Farklı kültürlerin mutfaklarını ilk burada tatdım. Fransız, İtalyan, Hint, Lübnan, Fas lokantalarına gittik. Eşimin en keyif duyduğu, rahat yemek yediği yer Lübnan lokantası olan AlWady'di. AlWady'deki garsonlardan biri Türkiye'de de bulunmuş, sanırım Antep'de. Duvarlarında Türkiye'den Fransa'ya gelip lokantada yemek yiyen devlet adamlarımızın resimleride vardı. Benim pek ağız tadımın olmadığını söylerler, bundan olsa gerek hiç bir yerde yemek konusunda sıkıntı yaşamadım. Mesela Mehmet'ler Hint lokantasında yemek yiyememişler, fazla baharattan rahatsız olmuşlar. Ama şunu söylemeliyim bu lokantalardaki güzel, kültürel ambiyansın bir benzerinin olduğu hiç bir Türk lokantası yok burada.
Eve yakın bir Türk dönerci vardı sık uğradığımız, Türkiye'deki dönerlere tat olarak çok uzaktı. Bir şekilde bu lokantaların isimleri aklıma gelirse bunlarla ilgili kısa yorumlarda yazacağım. Paris'de bir lokantada yemek ise kişi başı ortalama 20-30 euro kadar.

Al Wady 153-155, Rue Lourmel - 75015 Paris


Paris'ten Günübirlik Geziler

Eurodisney
Paris'te Disneyland'a gitmek, aklımın ucundan bile geçmedi hiç. Paris gibi bir yerde böyle bir park, ne hüzün verici. Uymasak da her yanımızı kaplayan bu Amerikan kültürüne karşı bir söylemimiz var en azından. Eşim istedi ve Özgür'le birlikte üç yetişkin - ikisi biraz fazla yetişmişti hatta :) - Disneyland'a gittik. Çok eğlendik...




Trouville - Deauville
Fransa'nın kuzeyinde Manş Denizi kıyısında bir sayfiye yeri. Paristen 2 saat kadar süren bir tren yolculuğu sonunda ulaştık. Plajı çok kısa bir zaman diliminde kullanılıyor olmalı. Temmuzda gitmemize rağmen yağmur vardı.  Dior'un bir fotoğraf çekimine de denk geldik. Eşim biraz iğnelemeye başlayınca pek Claudia Schiffer fotoğrafı çekemedim.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder